17 Mayıs 2011 Salı

Duygular


DUYGU

Duygu yaşamak, duygulanmak insanın sahip olduğu en önemli özelliklerinden birisidir. Duygular yaşamın rengi, “tadı tuzu”dur; duygunun yaşanmadığı bir yaşam düşünülemez. Yaşadığının farkında olan
insanoğlu, kendisinde ve çevresinde olup bitenleri bir yandan algılarken bir yandan da bunları değerlendirir ve yorumlar. Bu sürece her zaman çeşitli (bazen belli belirsiz, bazen de çok yoğun) duygular eşlik eder.
        Herkesin her zaman yaşadığı bir şey olmasından mı, bir zayıflık olarak görülmesinden mi, yoksa kontrol edilebilir bir şey olarak görülmesinden mi bilinmez; duygular bir insanın iç dünyasının aynası olmasına karşın, genellikle hak ettiği değeri görmez. Anlamı, değeri, yol göstericiliği atlanır.
        İnsan hiçbir zaman saf ve tek bir duygu yaşamaz, hissettikleri her zaman bir çok duygunun karışımından oluşur. İnsanın doğasından kaynaklanan ve temel duygular olarak adlandırılabilecek duygular zaman içinde bir çok duyguya dönüşür. Duyguları mümkün olduğunca ayrıştırmak ve temel duygulara ulaşmak insanı ve insanın  kendisini anlamada çok önemli köşe taşlarıdır.
        Duyguları anlatmak için günlük dilde bir çok sözcük kullanırız; bunların hangisinin temel duygu olduğunu, hangilerinin hangi temel duyguların karışımından oluştuğunu söylemek pek kolay değildir.
         İnsanın her türlü yaşantısına olup bitenleri bilme, değerlendirme ve düşünce yanında duygu ya da duygular eşlik eder. Örneğin beklenmedik bir anda bir trafik kazası tehlikesi geçiren kişi şaşkınlık, korku, endişe, sevinç gibi duygular yaşayabilir. Olayın özelliğine göre yaşanan duygunun şiddeti ve niteliği değişir; insanoğlu kimi zaman kontrol edilemez derecede yoğun, kimi zaman da belli belirsiz duygulanır. Fakat unutulmaması gereken noktada her zaman bir çok duygunun bir arada yaşandığıdır. Hatta bazen zıt gibi görünen duyguların bir arada yaşanabildiği herkes için tanıdık bir durumdur. Fakat duyguları ayrıştırmak o kadar kolay değildir.
         İnsanların daha çok hangi duyguları yaşayacağını belirleyen en önemli etmen kişilik özellikleridir. Örneğin özgüveni düşük ve kendine güvenmeyen bir kişi, otorite olarak gördüğü bir insanla basit bir şey konuşması gerektiğinde bile çok heyecanlanabilir. Kişiliğin bir bileşeni olarak duygusal yapı insanların kendine özgü bir kişilik yapısına sahip olmasında önemli bir belirleyicidir ve bu nedenle bir çok kişiyi neşeli, sakin, heyecanlı, sinirli, kederli, kırılgan, alıngan, sıkıntılı, ürkek gibi sıfatlarla betimleriz. Fakat bu duygusal yapı insanlara değişmez bir duygulanma biçimi vermez. Her insanın yaşadıklarına göre duygularında değişmeler olur. Örneğin genel olarak karamsar olan bir insan bazı günler neşeli ve iyimser olabilir. Kişinin mizacı nasıl olursa olsun iç ve dış uyaranlar nedeniyle kişide ortaya çıkan duygular da (sevinç, üzüntü, utanç, kızgınlık, öfke gibi) duygulanımı ifade etmektedir.
         Kendini tanımak isteyen bir kişi için yaşadığı duygular çok önemli yol göstericilerdir. Kendini tanımak isteyen kişi (1)yaşadığı duyguyu ve anlamını, (2)bu duyguyu yaşamaya yatkın yapan kişilik özelliklerinin neler olduğunu anlamaya çaba göstermelidir.
DUYGUNUN İŞLEVLERİ 

Psikologlar günlük hayatımızda duyguların gerçekleştirdiği işlevleri şu biçimde belirlemişlerdir.
 Bizi harekete hazırlarlar: Duygular çevredeki olaylarla, bireylerin bunlara karşı göstermiş
oldukları tepkiler arasında, aracılık görevini üstlenirler. Örneğin bize doğru gelmekte olan
azgın bir köpek gördüğümüzde, otonom sinir sisteminin sempatik sinir sistemi bölümünden kaynaklanan fizyolojik uyarılma ile birlikte duygusal bir tepki (korku) oluşur. Sempatik sinir sisteminin görevi bizi acil durumlara hazırlamaktır ( köpekten bir an önce kaçmak gibi). Duygular, değişik durumlarda uygun tepkileri vermemize yarayan uyarıcılardır.
 Gelecekteki davranışlarımızı biçimlendirirler: Duygular, gelecekte uygun tepkiler vermemizi sağlayan bilgilerin öğrenilmesine öncülük ederler. Birey hoş olmayan bir durumla (örneğin; saldırmaya hazırlanan bir köpek) ile karşılaştığında, duygusal tepki oluşur. Bu da bireyin ileride benzer bir durumdan kaçması gerektiğini öğretir. Aynı şekilde önceki davranışlar sonucunda elde edilen hoş tecrübeler de ilerisi için güdüleyici niteliktedir. Böylece tatmin duygusuyla 
ödüllenen davranışların ileride yeniden ortaya çıkma olasılığı artar.
 Sosyal ilişkilerin düzenlenmesine yardımcı olurlar: Sözel veya sözsüz iletişimde bulunduğumuz zaman yaşadığımız duygular dışarıdan izleyenler için genellikle çok açık ve nettir. Bu davranışlar, izleyenler için, bizim o an yaşadığımız duyguları daha iyi anlamak ve ileride olası davranışlarımızı tahmin etmek yönünde gösterge (sinyal) niteliği taşırlar. Bu da daha etkili ve daha uygun bir sosyal iletişimi sağlar. Örnek verecek olursak; korkutucu bir resme baktıktan sonra yüzünde korku dolu bir ifade olan 2 yaşındaki çocuğunu gören anne, bu ipucunu gördükten sonra onu rahatlatabilir ve bu sayede gelecekte çocuğun çevresiyle daha etkili bir şekilde başa çıkabilmesi yolunda ona yardım edebilir.

DUYGULARIN BİLEŞENLERİ


DUYGU TERİMLERİ
o   Duygu (Emotion)
§  kısa(sn, dak), indüklenen alanın aktivasyonu ile vücutta oluşan değişiklikler
§  Çarpıntı, terleme
o   His (Feelings)
·         Aktivasyonun sonuçlarını psikofizyolojik olarak hissetme, bilinçli olarak adlandırma
§  Öfke, kızgınlık
o   Duygudurum (Mood)
·         uzun (saatler, günler, aylar)
§  Neşeli, depresif…
o   Huy (Traits)yaşam boyu süren duygusal özellikler
§  Dışadönük, içedönük, çekingen
DUYGULARIN OLUŞUMU
Herhangi bir duygu halinde, temelde üç ana boyut dikkatimizi çeker. Bunlardan ilki, duygu hali ile ilişkili gözüken, kişinin genelde dış çevresinde oluşan bir olaydır. Örneğin sevinç, bize bir hediye verilmesiyle; öfke, hakkımızın yenmesiyle; korku, başı boş gezen bir köpekle karşı karşıya kalmamızla; hüzün ve çöküntü, sevdiğimiz birisinin ölümüyle; mutluluk, dünyaya getirdiğimiz bir çocuk ile ilişki içinde olacaktır. Ancak önemle vurgulayalım ki, dış çevre olaylarının duygularımızla ilişki içinde olduğunu söylerken, duygularımıza neden olduklarını söylemek istemiyoruz. Dış çevre olayları, duygu sürecinin başlamasına neden olurlar, ancak hangi duygu halinin oluşacağını belirleme gücüne sahip değildirler. Bu güce asıl sahip olan boyutu daha ileride tartışacağız. Şimdilik, herhangi bir dış çevre olayının, birbirinden farklı duygu hallerine ancak vesile olabilecek kadar önem taşıdığını belirtmekle yetinelim.
Duygu hallerinde önemli bir başka boyut fizyolojik düzeyde gösterdiğimiz davranışlar ya da tepkilerdir. Örneğin, kalp atışlarında hızlanma, kaslarda gerilme, kan basıncının azalması ya da çoğalması, mideye normalin üstünde asit salgılama, göz bebeklerinde genişleme ya da küçülme, vb. birçok fizyolojik değişim çeşitli duygu hallerinde gözlenebilir. Fizyolojik davranışların yanı sıra, gözlenebilir davranışlarımızda da değişimler söz konusudur. Örneğin, öfke veya sevinç duyduğumuzda, duygularla ilişkili bir olaya yaklaşma davranışı gösterirken; korku duyduğumuzda, olaydan kaçma ya da kaçınma davranışı içine girebiliriz.
Üzerinde duracağımız son boyut, duygu sürecinin başlamasına neden olan dış çevre olayı ile ilgili geliştirmiş olduğumuz inançlarımız, olayla ilgili yorumlarımız, değerlendirmelerimiz, düşüncelerimiz, olaylara yüklediğimiz anlamlar, özetle, olayla ilgili kafamızın içinde yaptığımız monologlar ya da iç-konuşmalardır.
İşte herhangi bir duygu halinde söz konusu olan boyutların anatomisi: Olaylar, düşünceler ve davranışsal I fizyolojik tepkiler. Bu üç boyut arasında belirli farklılıklardan ve nedensellik ilişkisinden söz edilebilir. Genelde, davranışsal ve fizyolojik boyut herhangi bir duygu halinin son noktası ya da ürünüdürler. Kolayca gözlemlenebilirler. Dış çevre olayları da kolay gözlemlenebilirler. Davranışsal boyutun aksine, duygu sürecinin sonunda ve bir ürün olmaktan çok, sürece başlama işareti veren malzemelerdir. Düşünce boyutu ise, bu malzemeyi işleyen, ona şekil veren olaylar ve davranışlar arasında, dış çevrede değil de iç çevremizde oluşan boyuttur. Bu boyutta yer alan iç çevre olaylarını, yani düşüncelerimizi, bırakın başkalarını, kendimizin bile gözlemesi oldukça zordur. Düşüncelerimiz, son derece hızlı oluşan ve akıp giden süreçlerdir; tıpkı bir flaş patlaması gibi. Ayrıca, her zaman sözcüklerden de oluşmazlar. Resim ya da imgelerle de düşünürüz. Sözcüklerle düşünsek bile, çoğu kez bunların oluşturdukları cümleler tam değildir. Tıpkı bir telgraf ya da steno özeti gibi geçip giderler. Örneğin, bir hapşırık sonrası "Eyvah!" gibi bir düşünce, aslında, "Eyvah, grip olacağım; belki 3-4 günümü sıkıntı içinde geçireceğim, kendimi işime gücüme tam veremeyeceğim" gibi bir düşünce bütününün kısacık bir özeti olabilir. Düşünce süreçlerinin bu hızlı akışları gözleme kapalı olduğu için, genelde, duygularımızın oluşumlarında sahip oldukları güce yeterince önem vermeyiz. Duygularımızın açıklamasını ve nedenini daha çok çevresel olaylara atfederiz. Pek tabiidir ki, olaylar düşüncelerimize kıyasla daha kolay gözlemlenebilirler. Duyularımıza hitap ederler; onları duyabilir, görebilir, koklayabiliriz.
Olayların ve onları izleyen duygusal tepki göstergelerinin daha somut bir şekilde gözlemlenebilir olmaları, bizleri olayların duyguları ortaya çıkarması gibi yanılgılı bir nedensellik bağı kurmaya itebilir. Bundan olsa gerek ki, başkalarının yaptıklarının ya da sözlerinin bizi mutlu ya da mutsuz ettiğine; Ahmet'in Ayşe'yi kızdırdığına; çocuklarımızın bizi çileden çıkardığına; sınanmanın bizi kaygılandırdığı gibi nedensellik açıklamalarına inanır olmuşuzdur. Yukarıda örnek olarak verdiğimiz ifadelerin tümü yanılgılıdır. Olayların bizde belirli bir duygu halini üretme güçleri yoktur. Temelde olaylar nötrdürler. Olayların nötrlüklerini ortadan kaldırıp onlara anlam veren düşüncelerimiz, yorumlarımız ve değerlendir-melerimizdir. Bir insan öldürme gibi uç bir örnek alalım: Bu olay acaba her kişide aynı duygu haline neden olacak mıdır? Acaba, örneğin, gözlemlenen bir öldürme olayı karşısında her kişi öfke, korku ya da sevinç duygularından birini gösterecek midir? Hayır! Öldürme olayı karşısında kişinin hangi duygu haline gireceğini saptayan asıl unsur, bu olayın kişinin kafasında nasıl bir anlam kalıbına oturtulmuş olduğudur.
 Öldürmeden öldürmeye fark vardır. Bu fark öldürme olayının kendisinde değil, ona bakan kafalardaki düşünce farklılığında yatar. Belirli bir kişiyi ya da grubu "düşman" olarak tanımlamış ve yorumlamışsak, bu tanıma uyan herhangi bir kişiyi öldürme sonunda "sevinç" ya da "rahatlama" duygularına bile sahip olabiliriz. Askerlere bunun için madalyalar verilir...
Bir başka uç örnek: Çoğumuz ayıların bizi korkuttuğuna inanırız. Bu yanılgılı bir inançtır. Ayılar bizi korkutmaz! Bizi asıl korkutan, ayı hakkında belleğimize yerleştirdiğimiz bilgiler,  anlamlar ve inançlardır.  Korkumuzun asıl kaynağı, ayılar hakkında öğrenmiş olduğumuz "tehlikeli" anlamıdır. Böyle bir anlam edinmemiş birisi ayıyla karşılaştığında, ondan korkmayacaktır. Örneğin küçücük bir çocuk, ayı hakkındaki bilgileri sadece sevimli "oyuncak ayısı" ile sınırlandırmış ise, gerçekte ayıyla karşılaştığında ona "oyuncak" anlamıyla yaklaşma eğilimi içine girebilecektir. Onun içindir ki, yetişkinler çocukların hayvanlara karşı geliştirdikleri davranışlar karşısında "Ne kadar da korkusuz çocuk" ifadesini kullanırlar.  Aslında  ifade  doğrudur;  gerçekten de  çocuk kendisini hayvandan korkutacak düşünceleri henüz öğrenmemiştir. Öğrenmesi için de hayvanla karşı karşıya gelmesi gerekmez. Bize yani büyüklerine bakar, onların hayvanlar hakkında geliştirmiş olduğu düşünce ve anlam kalıplarını ve bunların neden olduğu duygu halini gözlemler ve o da bizler gibi ayılardan korkmayı (belki isabetli olarak) gözlem yoluyla öğrenmiş olur. İşte bu ayı örneğinde olduğu gibi, ayının görüntüsü ile kaçma olayı o denli hızlı olacaktır ki, görüntü ile kaçma arasındaki düşünsel faaliyetler bir refleks hızıyla gelip gidiverecektir.
Düşüncelerimizin duygularımızı ortaya çıkarma ve şekillendirme gücünü, özellikle yeni karşılaştığımız olaylarda yavaş bir hızla gözlemlememiz daha mümkündür. Diyelim ki, ilk kez New York'a gittiniz. New York sokaklarında yürüyorsunuz. Yol üstünde birine bir yer sordunuz ve gayet asık bir surat eşliğinde "Hadi be, git işine" gibi bir yanıt aldınız. Bir başka durumda, bir köşe başında bıçaklı bir kavgaya şahit oldunuz. Daha sonra adamın biri yıldırım hızıyla elinizden çantanızı kapıp kaçtı ve çevrenizdeki hiçbir Allanın kulu bu olaya aldırış etmedi. Şimdi siz New York hakkında düşünmeye başlayacaksınız. Bu olaylar dizisi, doğal olarak düşünmenize neden olmuştur. Ancak, New York hakkındaki düşünceniz ya da bu şehre vereceğiniz anlam üzerinde etken olan bu olaylar değildir. Bu size kalmıştır. Şimdi siz, "Bir şehirde böyle şeyler oluyorsa, o şehir kötüdür" gibi bir aşırı değerlendirme yapıyorsanız, New York'la ilgili üreteceğiniz duygu hali, düşünce içeriğinizin dikte ettiği doğrultuda olumsuz olacaktır. Şimdi, New York olumsuz duygulara neden olan bir şehir midir? Tabii ki, hayır. Öyle olsaydı New York'a kimse gitmezdi! Üstelik, çevremizde New York hakkında olumlu duygular besleyen insanlar görmememiz gerekirdi.
Bu noktaya kadar yaptığımız tartışmayı toparlayacak olursak, kişinin duygularına neden olarak, genelde dış çevresel olayları gösterme gibi önemli bir yanılgıya düştüğünü vurguladık. Olaylar duygu halleriyle ilişkilidirler, ancak bu, nedensel bir ilişki değildir. Duygularımızın asıl kaynağı, olaylar hakkında yaptığımız yorumlar, değerlendirmeler, iç-konuşmalar ve onlara verdiğimiz anlamlardır. Bu tartışmalarda özetlendiği üzere, duygusal tepkilerimizin oluşumları düşüncelerimize bağlı olduğuna göre, duygu halimizi değiştirmek de, olaylar hakkındaki değerlendirmelerimizi ve onlara yüklediğimiz anlamları değiştirmeye bağlı olacaktır.
Bu noktada, duygularımızın düşüncelerimizin dümen suyunda oldukları, bir başka ifadeyle "düşündüğümüz gibi hissederiz" tezini biraz daha açabilmek ve pekiştirebilmek amacıyla gene bir örnekten hareket edelim. Diyelim ki, kalabalık bir kaldırımda yürürken birisinden sert bir omuz darbesi yiyorsunuz.  Bu olayın hemen sonrası,  omzunuz acırken, kafanızdan şu düşünceler geçiyor.- "Farkında olmadan, kazayla çarpıştık". Ne hissedersiniz? Kaygı mı, çöküntü mü, yoksa öfke mi? Bir de, aynı olay sonrası şöyle bir alternatif değerlendirme yaptığınızı  varsayın:   "Omuz darbesi kasıtlıydı". Ne hissedersiniz? Örneğin, hangi düşünce tarzı sizde daha  çok öfke doğuracaktır? ikinci yorumlamada, olayın gerisinde bir kasıt olduğuna inanılırken, birinci düşüncede olaya yüklenen anlam, omuz darbesinin bir kaza sonucu olduğu inancına dayandığına göre,  ikinci anlam yakıştırmasının doğrultusunda  öfke duygusunun  oluşması daha yüksek olasılıktır.
Çevremizdeki olaylarla ilgili inanışlarımız, onlara karşı geliştireceğimiz duygusal tavrımızı belirler tezimize, bir de iki uç örnek alarak bakalım: Diyelim ki, A kişisi "İnsanlar kötüdür" B kişisi ise "İnsanlar iyidir" inancına sahiptirler. Sizce bu kişilerden hangisi kendini insanlardan daha çok korumaya çalışacaktır? Hangisi insanlarla ilişkilerinde art niyet aramayacaktır? Hangisi insanlara sert, hangisi sevecen yaklaşacaktır? İnsanlar aynı insanlar; ancak onlar hakkında geliştirmiş olduğumuz ve aşırı genellenmiş farklı inançlarımız, insanlar arası duygusal tavrımızı farklı kılacaktır.
DUYGULAR

o   Birincil-Temel 
§  Uyumsal
§  Doğuştan
§  Evrensel
§  Biyolojik, fiziksel durumlarla bağlantılı  
o   İkincil 
§  Birincil duyguların karışımı
§  Daha komplike
§  Edinilir ya da öğrenilir   
Motivasyonel
Temel
Bilinçli/Sosyal
§  Açlık
§  Susuzluk
§  Ağrı
§  Duygudurum
§  Öfke
§  Mutluluk
§  Tiksinti
§  Sürpriz
§  Üzüntü
§  Korku
§  Utanç
§  Endişe
§  Gurur
§  Suçululuk

Yaşamı devam ettirtici
Sosyal ilişkileri belirler
Sosyal davranışı düzenler

TEMEL DUYGULAR
Öfke, mutluluk, tiksinme, sürpriz, üzüntü, korku 


                                        
 DUYGU KURAMLARI

Duygusal durumlar gereksinmelerle,düşünme ve öğrenme süreçleriyle, çevre koşullarıyla
yakından ilgili karmaşık bir zihinsel işlev olduğundan bunu açıklamaya yönelik kuramlar da
çeşitlidir. Bu alandaki belli başlı kuramlar şunlardır.
1.JAMES-LANGE KURAMI: Bu kurama göre bedenimiz çevre koşullarındaki değişikliklere
tepki gösterir. Biz bedenimizin bu tepkilerinin farkına varınca bir duygu duyarız. Bu kuram
fizyolojik değişikliklerin önce, duygu oluşmasının sonra olduğunu öne sürer. Örneğin bir tehlike
durumunda terleriz ya da sesimiz, ellerimiz, bacaklarımız titrer. Bunların farkına vardıktan
sonra korku duygusunu duyarız.
UYARAN---------------FİZYOLOJİK BELİRTİLER -----------DUYGU
Bu kuram deneysel verilerle desteklenmemiştir. İç organların çalışmasına ağırlık verip beyni
dışladığı için eleştirilmiştir.
2. CANNON-BARD KURAMI: Cannon ve Bard duyguların temelinde merkezi sinir sisteminin
önemli rolünün olduğunu göstermiştir. Bu kuram duyguların talamusun uyarılmasıyla ortaya
çıktığını, anlatımının ise hipotalamik yapıların işlevleriyle ilgili olduğunu öne sürer.Bir uyaran
hipotalamusu uyardığında aynı anda iki işlev ortaya çıkar.
A. Hipotalamus fizyolojik değişiklikleri ortaya çıkarır ve sinir sistemini uyarır.
B. Kortekse sinirsel akım göndererek duyguların farkına varmamızı sağlar.
3. Papel-Maclean kuramı:Bu kuram James-Lange kuramının beyni dışlamakta olduğunu
Cannon-Bard kuramının ise duygusal durumlardan sorumlu beyin alanı hakkında hatalı
olduğunu öne sürer. Bu kurama göre duygusal durumların ortaya çıkmasından ve
düzenlenmesinden hipotalamus değil limbik sistem sorumludur.
4. Arnold-Lindsey kuramı: Bu kuram temel olarak duyguların kendilerinden de duygu
doğabileceğini öne sürer. Örneğin,bir insan kendi içinde bir öfke duygusunun doğduğunu ve
bunun anlatımının arttığını fark edebilir. Aktivasyon kuramı adı da verilen bu kurama göre
işlemler’ uyaran-hipotalamus-korteks-çevresel organlar’ arasında kapalı bir ortamda
olmaktadır. Bu kuram daha az özgül, fakat daha az tartışmalı,daha gerçekçi olarak kabul edilir.
5. Kognitif(bilişsel kuram): Bu kuram duygusal yaşantıların ve fizyolojik değişikliklerin çevreyi
algılamamızla ve anlamlandırmamızla ilişkili olduğunu öne sürer. Duyguyu bu özelliklerine göre
adlandırırız.
6. Sosyobiyolojik Kuram: Toplumsal bir varlık olan insan toplumsal davranışlar gösterir. Bu
davranışlar evrim süreci içinde değişmiştir. Bazı davranışlar ortadan kalkarken bazı yeni
davranışlar kazanılmıştır. Duygular içinde benzer bir süreç işlemiştir. Bazı duygular ortadan
kalkmış bazıları varlıklarını sürdürmüşlerdir.Bu kuram duyguların nöro fizyolojik temellerini
açıklamaz. Duyguların niçin sürdüğünü, insan yaşamındaki rolünü ve önemini açıklar. Buna
göre duygular insanın çevreye uyumunu sağlamasına yardım eder.






GÜNÜMÜZDEKİ DUYGU MODELİ

DUYGUSAL ÖĞRENME

Duyguların nasıl çalıştıkları ve bunların olmaması ile ilgili olarak yapılan deneyler sosyal yaşamda önemlidirler zira bizim kendimize ve diğerlerine karşı olan tutumumuzu etkilerler. Duyguların nereden kaynaklandığı hakkında bir mutabakat sağlanamamış olmakla birlikte, yaşamdaki temel etik duruşların bunların altında yatan duygusal kapasitelerden kaynaklandığı hakkında giderek artan oranda deliller ortaya çıkmaktadır. Duyguların incelenmesi bağlamında üç ana yaklaşım vardır: biyolojik, akla ilişkin (kognitif) ve yapıcı.

Biyolojik yaklaşım duyguları kızgınlık, korku, mutluluk, sevgi, sürpriz, tiksinme ve hüzün şeklindeki kategoriler içinde toparlar. Duygular evrenseldir çünkü davranışların biyolojik özellikleridir. Mimiklerdeki geri besleme hipotezine göre bizim hislerimiz bizim yüz ifadelerimizin farkında olmaklığımız dolayısı ile güçlendirilmektedir ve gülümsemek bizim sevinç duygularımızı kuvvetlendirmektedir.

Akla ilişkin (kognitif) yaklaşıma göre her duygu genel bir heyecan duyusu ile birlikte gelir ve daha sonra biz bunları sosyal anlayışlar uyarınca sınıflandırırız. Bu nedenle, bizler hangi durumlarda hangi duygulara izin verildiğini öğreniriz. Biyolojik eğilimler bizim yaşamda edindiğimiz deneyimler ve kültürümüz tarafından şekillendirilir. Ayrıca, duygular muğlaktır ve bunlara vermeyi seçtiğimiz isimler diğerleri ile var olan bir mutabakat temeline dayanır.

Yapıcı yaklaşım duyguların uygun ve doğru duygusal ifade edilebilirlik kurallarına tabi olan sosyal performanstan başka birşey olduğunu iddia eder.

Duygusal akıl ile rasyonel akıl tarafından yönetilen hareketler vardır. Bizim gerçek anlamda iki aklımız vardır, yani bir düşünen, bir de hisseden iki akıl. Bilmenin bu temelden farklı olan iki yolu bizim zihinsel yaşamımızı inşa etmek için birlikte çalışırlar. Bu iki akıl çoğu zaman sıkı bir uyum içinde çalışırlar ve bize dünyadaki yaşantımızda rehberlik etmek için içiçe geçmiş olarak mevcut olan iki farklı bilme yolunu kullanırlar. Bu iki akıl yarı bağımsız melekelerdir ve her biri beyindeki belirgin ama birbiri ile bağlantılı devreleri yansıtırlar. Birçok veya çoğu durumda bu iki akıl mükemmel bir şekilde koordineli olarak çalışırlar; duygular düşünce bakımından esasa ilişkin öneme sahiptirler, düşünceler de duygular için temel oluştururlar. Ama tutkular yüzeye çıkmaya başlayınca, denge bozulur.

Goleman insan aklında düşünce ile duyguların bir araya geldikleri bir nokta olduğunu ve bunun yaşamımız boyunca beğendiklerimiz ve beğenmediklerimiz bakımından bu noktanın deponun kapısını teşkil ettiğini ifade etmektedir. İnsanın kendisini duygusal hafızadan koparması daha önce bununla bağlantılı olan duygusal tepkilerin artık tetiklenmediği anlamına gelir – her şey gri renkteki (veya renksiz) bir nötraliteye bürünür. Bunun anlamı ise daha önceki hareketlerimiz ile bağlantılı olan duyguları hatırlamadığımız için sık sık hata yapacağımızdır.

Bu nedenle, duygular akılcı kararlar bakımından ihmal edilemez öneme sahiptirler; duygular kuru mantığın yararsız olduğu veya pek yararlı olamadığı yerlerde bize doğru yönü işaret ederler. Duygusal öğrenme bazı seçenekleri ortadan kaldırıp ve diğerlerini projektör altına getirmek sureti ile kararların oluşturulması için sinyaller gönderir. Duygusal beyin düşünen beyin kadar mantıksal işlemlerde mevcuttur. Duygusal meleke bizim anlık kararlarımızı yönlendirirken, düşünen beyin bizim duygularımızda yönetici rolünü oynar.

Eski paradigma duyguların çekim gücünden arındırılmış olan bir mantık idealini ortaya atmıştı. Yeni paradigma bize kafayı ve kalbi uyumlandırmamız gerektiğini söylemektedir. Buna ek olarak, beden, akıl ve ruh arasındaki bağlantıyı araştırdığımızda, duygusal ve düşünsel durumlarımızın bizi fiziksel açıdan etkilediğinin ve bunun tersinin de varit olduğunun farkına varırız. Kendinizi iyi hissettiğiniz zaman ortaya çıkan beden dilinizi gözlemleyin – bedeniniz hafiftir ve enerjiniz de “daha yüksek düzeydedir”. Buna karşın, depresyon içinde iken üstünüzde bir ağırlık vardır ve enerji düzeyiniz “düşüktür”. Kendinizi zayıf ve kırılgan hissettiğinizde, omuzlarınız öne doğru çöker, kollarınız ise korumaya yönelik olarak bedeninizi sarar ve bunun gibi devam eder. 

ÖNEMLİ DUYGULARDAN ÖZGÜVENE YAŞAMDAN BİR ÖRNEK
Şamil beyin hikayesi hepimize örnek olacak nitelikte.. Şamil bey Bossa’ da çalışıyordur, 23 yaşında Bossa’ya girmiş çok güzel maaş alıyordur.Bu esnada evlenmiştir.En verimli çağını Bossa’da en verimli şekilde geçirmiştir. 35 yaşına geldiğinde bossa kapanmış şamil bey işten çıkartılmıştır. Şamil bey öyle varlıklı bir aileye de mensup değildir. Şamil beyi, işten çıkartılması çok etkilemiş ve üzmüştür. Çünkü tep başına olsa bi şekilde idare edebilir kendini geçindirebilirdir.Ama durum farklıdır evde kendisini bekleyen bir hanını vardır.Bir zaman sonra geçim sıkıntısı baş gösterir. Hanımı buna dayanamaz ve evi terkeder. Şamil bey iyice yıkılır artık hanımından da ayrılmıştır..
Şamil bey 2 yıllık elektrik mezunudur. Şöyle kendi kendine düşünür her bitiş yeni bir başlangıç der, bulunduğu konuma bakar o zamanki şartlara bakar, kpss sınav kayıtları başlamış herkes müracaat ediyordur, neden bende bu sınava giriyimde kazanamayım der ve kendiside sınava başvurur.. Baş vururken sırada beklerken bir bakar ki başvuranların çoğu üniversite öğrencisi veya yeni mezun olmuş taze bilgili insanlar. Kendi kendine düşünür benim bunların arasından çıkıp bunları geçip nasıl geçebilirim ki der.. Sonra kendine güvenini kaybetmez başlar çalışmaya bilgilerin üzerinden 12 sene geçmiştir özellikle genel yetenek matematik bölümünde çok zorlanıyordur. O yine yılmaz azimle inatla çalışmaya devam eder.. Çevredekilerin hepsi bu yaşta okuyupta çalışıpta memur mu olacan der sen bunu yapamazsın diye söylerler ve alay bile ederler.. Şamil bey yine yılmaz kendine güveni yerindedir çünkü işin önemini anlamıştır kazanırsa geleceğini garanti altına alacak, daha önceki yaşadığı birden işte çıkartılma durumuyla karşılaşmayacaktır.
Şamil bey inatla azimle sınava çalışmış sınav günü gelmiştir. Şamil bey sınava girer. Sınav fena geçmemiştir. Sınav açıklanır aldığı puan 2 yıllık mezunu için fena değildir, 80 küsür puan almıştır.. Tercihler yapılır, fakat tercihler sonunda Şamil bey bir yere atanamamıştır.Şamil bey üzülür biraz sonra düşünür o kadar emek o kadar çalışma boşa mı gidecekti diye. Şamil bey yine umudunu kaybetmez atanacağını düşünmektedir.
Altı ay sonra  2. atamalar başlamıştır. 2. atamalarda Şamil bey tercihini yapar..Tercih sonuçları açıklanır..Şamil Bey baktığında bir kamu kurumuna yerleştiniz yazıyordur.. Dünyalar onun olmuştur sevincini kelimeler ifade edemiyordur, herkesin yapamazsın dediğini başarmıştır. Kaderi kadere bırakmamış kaderi kendi elleri ile yazmayı başarmıştır..
Şamil Bey bir kamu kuruluşunda Makinist olarak çalışmaktadır normal maaşı 2.250 fazla mesai ve yolluklarla maaşı 2900 - 3000 tl ye kadar çıkabilmektedir...
Kendisinden izin alarak telefon numarasını da belirtiyoruz. İsteyen arkadaşlar canlı başarı öyküsüne tanışmak fikir almak isterse görüşebilir sizler için izin aldık.. Şamil Gül. 05067390707
GÜVEN İLE İLGİLİ BİR HİKAYE
Geleceğini biliyordum...
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere
düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru
altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan
tutarak tekrar içeri çekti,
-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık
onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.
Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize
gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa
geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını
kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;
-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
-Değdi, dedi, gözleri dolarak,
-Değdi...
-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi
benim içim.
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
-Geleceğini biliyordum... Geleceğini biliyordum...

 Ders: Güven vermek önemlidir. Güven duymak önemlidir. Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir.

0 yorum:

Yorum Gönder

◄ Yeni... Eski...►
 

Copyright 2013 Bilgi Güçtür, Paylaştıkça Büyür